11 Nov
11Nov

 Bülent Parlak'ın Ara Güler ile yaptığı söyleşi: ''Ölmeden önce hepsini yakmam lazım!''

Ara Güler ile röportaj yapmak için yardımcısı Fatih Bey’le önce anlaştık. Fatih Bey de bir fotoğraf sanatçısı. “Ara Güler’in yanında yıllardır çıraklık yapıyorum.” diyor. Tam bir usta-çırak ilişkisi içindeler.

Bazı insanlarla telefonla anlaşılamayacağını bildiğim için bu büyük ustanın İstiklal’deki evinin altındaki kafeye gittim. Orada oturuyordu. Selamsız-sabahsız yanına oturdum ve başladık konuşmaya. Sizinle röportaj yapmak istiyorum dediğimde o güzel aksanıyla “yaz işte” dedi. Epey konuştuktan sonra beni evine davet etti. Ara Kafe’nin hemen üstü evi. İçeri girdiğinizde binlerce fotoğrafla karşılaşıyorsunuz. Onlarca sanatçının, dünyaca ünlü sinemacıların, şairlerin, yazarların, ressamların fotoğraflarını görüyorsunuz. Bu huysuz adam en sonunda bana bir de kimsede olmayan bir kitabını hediye etti. Evlat, bundan 1000 tane bastırdık, birini sana vereyim. Çok konuştuk ama ben azını kaydedebildim. Bir süre sonra zaten söyleşi umrunuzda olmuyor. Bir çınarla sadece sohbet etmek istiyorsunuz.



Bülent Parlak: Sanatçılar genelde bu cümleyi kamuoyu ile paylaşmasalar da sizin “çektiklerim içinde en çok beğendiğim budur” dediğiniz bir fotoğraf var mı? Hangisini en çok seviyorsunuz çektiğiniz fotoğraflar arasında?

Ara Güler: İnsan her eserini sever ama özel olanı mutlaka vardır. Sirkeci’de çektiğim bir fotoğraf var. Sirkeci’de bir tramvayın önünde at arabasını çeken arabacının fotoğrafımı çok severim. Tam anında çekilmiş bir fotoğraftır, denk gelmiş ve ben de uyanık davranmışımdır orada. Anlık bir olaydır. Bir saniye geç kalsam o fotoğraf olmazdı. Bir dakika, öylesine çok uzun bir süredir ki fotoğraf çeken için. Bunu ancak bu işle uğraşan bilir.

Eski İstanbul fotoğrafları da önemlidir. Ben çekmeseydim olmayacaktı. Başka kimse de yok. Eski İstanbul’u çekmiş olmak İstanbul’un yok olmasının önüne geçti. Kendisi yok ama fotoğrafı var.

Bülent Parlak: Ülkemizi baştan başa dolaştınız. Gitmediğiniz yer hemen hemen kalmadı sanırım. Doğuya, güneydoğuya defalarca gittiniz. Urfa, Antep, Nemrut… Buralardaki değişimi nasıl anlatırsınız?

Ara Güler: Çoğu şey orada da aynı. Maalesef hiçbir kentin bir özelliği kalmadı. En azından gördüğüm yerler için bunu söyleyebilirim. Önceleri Urfa’da bir takım sokaklara dalardım. Çok güzeldi. Birecik köprüsünün altında akan Fırat nehrinin ortasına ip yaparlardı. Her yerde sazlar vardı. Şimdi git Urfa’ya bak nasıl?

Çok tuhaf bir yer olmış orası. Urfa mıdır, değil midir, belli değil. Burası neresi? Dünyanın her yeri olabilir. Ne medeniyeti? Türk mü? Kürt mü? Roma mı? Ne? Her yer birbirine benziyor. Antalya ne hale geldi… Bina yığını.  Başka kelime bulamıyorum. Bunlar hep para kazanma heveslerinden oldu. Bir kente turist girdi mi orada kent kalmaz. Turist, sadece kendi istediği dünyayı yaratıyor ve geldiği yere istediği yaşamı kuruyor. Dükkânı turist için, mağazası turist için, eşyası turist için. Kentleri turistlere satıyoruz biz.

 

Bülent Parlak: Kent ve  insan arasındaki değişimlerden bahseder misiniz?

Ara Güler:
Ne diyebilirim ki şimdi sana? Artık herkes aynı. İnsanlar çok renksiz, renksizleştiler iyice.  Eskiden mahalle diye bir şey vardı, meydanda manav vardı, nalbant vardı, ayakkabılarımızı tamir eden insanlar vardı. İnsanlar muhabbet ederlerdi sokaklara oturup… İnsanların bir arada bulunma zamanları azaldı. Şimdi sokaklarda otomobil parkından başka bir şey yok. Artık doğal hayat kayboldu. Her taraf maden duvar. Herkes maden kutuların içinde. Hava yok. Sinirler alışıyor. Çocuklar ona göre doğuyor.

Sadece insanları değil, hayvanları da yok ettik biz… Tavuklar, fabrikalarda suni olarak büyütülüp kesiliyor. Toprağa basmıyor, böcek yemiyor. Hormonla şişiriliyor. Sonra sen onun yumurtasını yiyorsun. Aslında yediğin yumurta değil. Artık insanlar da öyle yetişiyor. Yarın bir firma diyecek ki benim yer altında çalışacak beş bin kişiye ihtiyacım var. Hemen üretilecek.


Bülent Parlak: Fotoğraflarını, portrelerini çektiğiniz bir sürü ünlü var. Bir anekdot anlatır mısınız?

 Ara Güler: Alfred Hitchcock ile yaptığımız çalışmayı unutamam. Onun çekimi biraz sıkıntılı olmuştu. Ayaklarını ön plana alarak bir fotoğraf çekmek istedim. Hitchcock da rejisör falan olduğu için, fotoğraf işlerini de iyi biliyor. Karşımda kurnazca hareketler yapıyor. Adam ne de olsa, korku sinemasının ustası, korkuya görsellik veren kişi; tabi ki tecrübeli. Çalışırken sanki rol yapıyor, sesler çıkartıyor, oyun oynuyordu.

Sabah 11.00’de başladığımız çalışma hiç unutmuyorum akşam 5’te bitti.. Bana kızdı başlarda, sevmedi ama sonra alıştık birbirimize. Şakalaşmaya başladık.  Baktı ki, ben ondan daha matrak biriyim,  rahat rahat çalıştık sonra.
Ben de içimden: “Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitckok isen ben de Ara Güler’im.” Diyorum.

 http://www.izdiham.com/bulent-parlakin-ara-guler-ile-yaptigi-soylesi-olmeden-once-hepsini-yakmam-lazim/


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR